“Kömüre dayalı yatırımların gerçekleştirilmesi çok daha zor olacak”
Avrupa’da yaşanan enerji krizini, enerji dönüşümünün hızıyla da ilişkilendiren Dr. Nejat Tamzok, Türkiye’de yeni kömür projelerinin çok fazla telaffuz edilmediğine dikkat çekiyor.
Söyleşi: Özgür Gürbüz
-Enerji krizinin dünyayı ve Türkiye’yi etkileyen boyutları var. Çevre örgütleri enerji krizine daha çok fosil yakıt krizi diye bakıyor. Sizce nedir? Yaşadığımız bir enerji krizi mi yoksa fosil yakıt krizi mi? Türkiye bu krizin neresinde?
İklim değişikliği olgusunun arkasında fosil yakıt kullanımından kaynaklanan seragazlarının, özellikle de karbondioksitin olduğu bilimsel bir gerçek. Günümüzde, iklim değişikliği sorunu, küresel enerji denkleminin ayrılmaz bir parçası. Ve aynı zamanda hızla çözüme kavuşturulması gereken bir sorun.
Bilimsel araştırmaların bulguları açık: Ortalama yüzey sıcaklığındaki artış 1,5 dereceyi bulduğunda yerküre sorunlar yaşayacak; seller, şiddetli kuraklıklar, aşırı sıcak hava dalgaları, tarımsal verimlilikte gerilemeler yaygınlaşacak, artış 2 dereceyi bulduğunda sorunlar katlanacak ve 2 derecenin geçilmesi halinde ise insan hayatını doğrudan etkileyecek yıkıcı sonuçlar ortaya çıkacak.
Bu sorunun çözümü ise Paris Anlaşması’nın temel hedefinde tanımlanmış. Bir iklim krizinin önüne geçmek için küresel ortalama yüzey sıcaklığındaki artış 2 derecenin ve hatta mümkünse 1,5 derecenin altında tutulacak. Bunun için de ülkeler, bir yandan enerji tüketimlerini sınırlandıracak diğer yandan fosil yakıtları daha az tüketecek, onların yerine emisyon artışına neden olmayacak enerji kaynaklarını kullanacak. Yani, aslında dünyanın bir felaketten kurtulabilmesi, ancak fosil yakıtlardan daha temiz enerji kaynaklarına doğru gelişen bir enerji dönüşümü süreciyle mümkün. Eğer Covid ya da Rusya-Ukrayna savaşı gibi güncel gelişmeleri dikkate almadan daha uzun dönemli bir perspektiften bakacak olursak, temelde bu dönüşüm olgusunu görüyoruz.
Elbette, dünya enerji dönüşümü sürecini ilk defa yaşamıyor. 19. yüzyılın ikinci yarısı odundan kömüre dönüşüme sahne oldu, 20. yüzyılın önemli bir kısmında da kömürden petrole, sonra doğalgaza geçişleri yaşadık. Enerjide dönüşüm süreci her zaman daha verimli, kullanımı daha kolay, daha az kirli, daha az riskli kaynaklara doğru evrilmekte. Ama bu dönüşüm, şimdilik iklim değişikliğinin önüne geçebilecek hızda görünmüyor.
Fosil yakıtlar yerine yeni kaynakların devreye girişi fosil kaynakların bitmesiyle ilgili değil. Aslında, bugün kanıtlanmış rezervler ve mevcut üretim düzeyleri dikkate alındığında petrol ve doğal gazın 50’şer yıl, kömürün en az 130 yıl yetecek ömrü bulunmakta. Ancak, bu noktada krizler belirleyici. Endüstri Devrimi’yle birlikte kömürün yükselişi aslında bir ölçüde ormansızlaşma kriziyle de ilişkili. Kömür yaygınlaşmadan önce, dünya ihtiyacı olan enerjiyi yüzde 70-80’lere varan oranda odundan karşılıyordu. Eğer kömür olmasaydı, Avrupa’da neredeyse orman kalmayacaktı.
Fosil kaynaklardan yeni kaynaklara geçişte de benzer dinamikler söz konusu. Süreç; krizlerle ve teknoloji/inovasyondaki gelişmelerle bağlantılı olarak yürüyor. Önümüzde, yavaş yavaş şekillenecek bir enerji dönüşüm süreci var. Netice olarak bu süreç; daha yüksek enerji içeriği, daha yüksek verimlilikler ve daha düşük karbon salımlarına doğru ilerleyecek. Ancak, bugün sıklıkla seslendirildiği gibi; merkezinde güneş ve rüzgâr olmak üzere yenilenebilir enerji kaynakları önümüzdeki yıllarda tamamen fosil yakıtların yerini mi alacak yoksa hidrojene ya da nükleere doğru mu gidilecek veya fosil yakıt endüstrileri heybeden karbon tutma ve depolama benzeri bir teknoloji çıkaracak tekrar fosil yakıtlara mı dönülecek? Bence hâlâ belirsiz.
Bu arada dönüşüm sürecinin sancılarını da yaşıyoruz. Avrupa’da kısa bir süre öncesine kadar yaşanan enerji krizinin de büyük oranda bu süreçten kaynaklandığı tartışıldı. Avrupa’nın fosil yakıtlardan yenilenebilir kaynaklara geçişinin fazla hızlı olduğu, Covid ya da Rusya-Ukrayna krizi gibi sorunlar ortaya çıktığında söz konusu hızlı dönüşüm nedeniyle hazırlıksız yakalanmış olabileceğine ilişkin tartışmalar sıklıkla gündeme geldi. Avrupa, beklendiği ölçüde sert olmayınca geçtiğimiz kışı atlatabildi ama önümüzdeki kış ne yapar henüz bilemiyoruz.
-Enerji dönüşümü nedeniyle zaten böyle bir dalgalanma olacaktı. Üstüne Covid ve Rusya-Ukrayna savaşı gelince bu bir krize mi dönüştü diyorsunuz?
Evet, muhtemel bir kriz önce salgın sonra savaş nedeniyle erkene alınmış oldu.
-Peki, yenilenebilir enerjinin daha ucuz olduğunu görüyoruz, özellikle de güneş ve rüzgâr için bunu söyleyebiliriz. Ama bizim yaşadığımız enerji krizi kendini fiyat artışıyla gösteriyor. Burada bir mantıksızlık yok mu sizce? Eğer yenilenebilir enerjiye geçiyorsak bu işin daha ucuz olması gerekmez miydi?
Sermaye, fosil yakıtlara değil giderek daha fazla yenilenebilir kaynaklara yatırım yapıyor. Petrol, doğalgaz ya da kömüre yapılan yatırımlar mevcut talebi karşılayamayacak ölçüde düşük seviyelerde olunca bu bir arz sorunu ortaya çıkarıyor. Yeterli arz olmadığında da doğal olarak fiyat artışları söz konusu oluyor. Fosil yakıtlardaki bu talep – yatırım dengesizliği devam ederse, enerji fiyatlarının önümüzdeki yıllarda daha yüksek seyretmesi beklenebilir.
-Peki, Türkiye enerji dönüşümünün neresinde? Enerji dönüşümü Türkiye’de de başladı diyebilir miyiz?
Eğer enerji dönüşümü, fosil yakıtların daha az kullanıldığı bir dünyaya geçiş sürecine karşılık geliyorsa, Türkiye’deki rakamlarda bunu görüyoruz. Türkiye’de birincil enerji tüketiminde 10 yıl önce yüzde 90 oranında fosil yakıt kullanılırken geçtiğimiz yıl bu oran yüzde 81 oldu. 10 yıl önce hidrolik dışı yenilenebilir kaynakların birincil enerjideki payı yüzde 3 civarındayken geçtiğimiz yıl yüzde 10’a yaklaştı. Yine 10 yıl önce elektrik üretiminin yüzde 75’e yakını fosil kaynaklardan ve sadece yüzde 3’ü hidrolik dışı yenilenebilir kaynaklardan elde ediliyorken geçtiğimiz yıl yüzde 57’si fosil kaynaklardan ve yüzde 20’ye yakını rüzgâr, güneş ve jeotermalden üretildi. Güneş ve rüzgârda son 10 yılda ciddi bir artış olduğunu görüyoruz. Demek ki dönüşüm süreci Türkiye’de de bir şekilde yürümekte.
-Orada gazın artışı var mı?
Doğalgazın elektrik üretimindeki payı 2021 yılında yüzde 33’ün üzerine kadar çıkmıştı. Daha sonra geriledi ve bu yılın ilk beş ayında yüzde 22 civarında. Birincil enerjideki payı ise son yıllarda yüzde 25-30 aralığında seyrediyor.
-Genelde de konut kaynaklı sanırım çünkü yeni gaz santralı kurulmadı son yıllarda.
Doğal gazda da yerli kömürde de son 3 yıldır santral kurulu gücünde bir değişiklik olmadı. Sadece 1.300 megawatt büyüklüğünde bir ithal kömür santrali devreye girdi. Dolayısıyla, fosil yakıtlara dayalı santral kurulu güç artışının son yıllarda neredeyse ihmal edilebilir düzeyde olduğunu söyleyebiliriz. Son dönemde doğal gazdaki tüketim artışının nedeni daha çok konutlarda kullanılmasıyla ilgili. Kömür tüketimindeki artışın nedeni ise yeni kapasitenin devreye girişi değil mevcut santrallerin teşvik mekanizmaları nedeniyle daha fazla çalıştırılması. Bir de Rusya-Ukrayna krizi fosil yakıtlarda Türkiye için bir ucuzluk getirdi. Petrolü Rusya’dan neredeyse yüzde 30’lara varan oranda daha düşük alabildik. Aynı şey kömürde de oldu. Bu da, fosil yakıt tüketimini artırdı.
-Bu söylediğiniz ucuz Rus gazı ile ilgili olabilir mi?
Gaz uzun dönemli sözleşmelere bağlı olduğu için o tarafla ilgili net bir şey söyleyemiyorum.
-Kömür ve gaz santrallerinin daha iyi çalıştıklarını söylediniz. Bu yerli kömür santralleri için de geçerli mi? Kapasite faktörleri arttırıldı mı yerli kömür santrallerinin?
Türkiye’de devlet yerli kömürden üretilen elektriğe teşvik veriyor. Hatta bu nedenle ithal kömür santralleri de belli bir oranda yerli kömür yaktıklarında devletten teşvik alabiliyorlar. Bu nedenle kömür santralleri yüksek kapasitede çalışabiliyorlar.
-Bu teşvikleri açar mısınız?
Santrallerde tüketilen yerli kömürle orantılı bir teşvik mekanizması var. Ne kadar çok yerli kömür kullanırsanız o düzeyde bir teşvik alıyorsunuz. Kamu idaresi, yerli kömürden elektrik üreten şirketlerden temin edilecek elektrik enerjisine ilişkin süre, miktar ve fiyatı her yıl yeniden belirliyor.
Söz konusu teşvik mekanizması son yıllarda kömür üretiminin artmasında ciddi bir rol oynadı ve özellikle son beş yılda kömür üretimleri önemli oranda arttı. Ancak, yukarıda değindiğim gibi, bu artış yeni üretim yatırımları nedeniyle değil, mevcut kömüre dayalı santrallerin teşvik alabilmek amacıyla daha fazla süre çalıştırılmaları nedeniyle olmuştur.
-Önümüzdeki on yıla baktığınızda Türkiye’de yeni yerli veya ithal kömür santrallerinin yapıldığını görüyor musunuz?
Hayır, görmüyorum. Kömür tarafında yeni santral yatırımlarının durduğunu gözlemliyorum. Bir dönem gündemde olan Afşin-Elbistan, Çayırhan, Eskişehir-Alpu, Konya-Karapınar, Afyon-Dinar gibi kömür yatırımlarından uzun bir süredir söz edilmiyor. Şu anda benim bildiğim kömüre dayalı yeni bir santral yatırımı gündemde değil.
Sonuçta, son 10 yılda Türkiye’de yeni devreye alınan santral kurulu gücünün sadece yüzde 4 oranındaki kısmı yerli kömüre dayalı oldu. Dolayısıyla, yeni ve daha gelişmiş teknolojilere sahip, çevreye daha duyarlı kömür santrallerinin inşa edilerek eski, verimsiz ve çevre bakımından daha problemli santral filosunun yerine geçmesi yeterli seviyede mümkün olamadı. Dolayısıyla, yerli kömürün elektrik üretimindeki payı da her yıl giderek düşmekte. Ancak, Türkiye’nin enerji denkleminde yerli kömürün payı azalırken onun yerini ithal kömürün aldığını da söylemeliyiz.
-Bildiğim kadarıyla ithal kömürün yerli kömüre göre avantajları var. Kriz öncesi ucuz olması, daha kolay yakılabilir olması, kalorifik değerinin yüksekliği gibi. Yerli kömür bu koşullarda rekabet edebilir mi? Ya da bu denkleme eklenen güneş ve rüzgârla baş edebilir mi?
Bundan sonra kömüre dayalı yatırımların gerçekleştirilmesi çok daha zor olacak. Bir defa, Türkiye’de kömür yatırımları artık kamu tarafından yapılamıyor. Buna karşın özel sermaye -içerdiği riskler nedeniyle- yerli kömür projelerine uzak duruyor. Yabancı yatırımcı ise bu alana neredeyse hiç girmiyor. Diğer taraftan, küresel ısınma olgusuna karşı tüm dünyada alınmakta olan önlemler kömür yatırımlarını iyice zorlaştırdı, Paris İklim Anlaşması sonrası kömürün önündeki engeller daha da yükseldi; pek çok finans kuruluşu kömür madenciliği ve kömürlü santrallerin finansmanından vazgeçti. Dolayısıyla, kömür projelerinin kredi maliyetleri çok daha yüksek seviyelere gelmiş oldu. Nitekim Türkiye, yerli kömüre dayalı santral yatırımlarına yurt dışından finansman bulabilme noktasında uzun zamandır zorlanıyor.
Bu arada, karbon fiyatlama mekanizmaları ya da sınırda karbon vergisi gibi uygulamaların özellikle Avrupa ve ABD’den doğru yaygınlaşması söz konusu. Ticaretinin önemli bir kısmı bu ülkelerle olan Türkiye’nin bu gelişmelerden etkilenmesi ve sermayenin kömür yatırımlarından daha da uzaklaşması kaçınılmaz. Kömür kaynaklarının çok büyük kısmı düşük kaliteli linyitlerden oluşan, üstelik giderek daha derinlerde ve daha zor koşullarda üretim yapmakta olan Türkiye’nin, mevcut kömür üretim maliyetlerinin üstüne bir de söz konusu vergilere katlanabilmesi çok mümkün görünmüyor.
Özetle, Türkiye’de kömür üretimi amaçlı yatırımların bundan böyle çok daha zor olacağını ve kömür üretimlerinin önümüzdeki yıllarda azalmasa dahi en azından mevcut seviyelerinden çok fazla yukarılara gidemeyeceğini söyleyebilmek mümkün.
– Türkiye’nin kömür santrallerinden vazgeçmesini mümkün görüyor musunuz? Emisyonları bir yerde azaltacaksa, hele de 2053 net sıfır hedefi gerçekçiyse bunu kömürle yapması mümkün gözükmüyor. Var mı böyle bir plan? Onun işaretini alıyor musunuz?
Ben işaretini alıyorum. Yerli ve milli kömür şeklinde kampanyalar çok dillendiriliyor ama uygulamalara baktığımda mevcut enerji yönetiminin yerli kömürden çoktan vazgeçtiğini düşünüyorum. En azından uzun zamandır mevcut kömür rezervleriyle ilgili yeni bir kamu ihalesinin açılmadığını görüyoruz. Yeni kömür projeleri artık çok fazla telaffuz edilmiyor. Ancak, yerli kömürün rafa kaldırılması, bence iklim duyarlılıklarından çok piyasa dinamikleriyle ilgili.
Diğer taraftan, yerli kömürün Türkiye enerji tüketimi içindeki payı bugün neredeyse yüzde 10’un altına kadar geriledi. Dolayısıyla, yerli kömürden tümüyle vazgeçmenin emisyonları azaltmada ne ölçüde bir yararı olacağını iyi hesaplamak gerekir. Türkiye’nin toplam enerji tüketimi son 10 yılda yüzde 40’a yakın bir oranda artmış. Dünyada ortalama yüzde 14 düzeyinde bir artış söz konusu. Avrupa’nın tamamında yüzde 10’a yakın gerilemiş. Dolayısıyla, Türkiye’nin asıl sorunu enerji yoğun ekonomisi nedeniyle oluşan yüksek enerji tüketimidir. Tüketiminiz bu düzeyde artarken sizin yüzde 10’un altındaki yerli kömür tüketiminden vazgeçmeniz iklimle ilgili hedeflerinize çok ciddi bir katkı yapar mı emin değilim. Bir öncelik sıralaması yapmam gerekirse, yerli kömürün sınırlandırılmasından önce toplam enerji tüketim hızının düşürülmesine yönelik çalışmaların daha fazla işe yarayabileceğini düşünüyorum.
-Avrupa’ya baktığımızda, ülkelerin daha az enerjiyle aynı işi yapmayı başardıklarını görüyoruz. Örneğin Almanya’nın ağır sanayisine rağmen daha az enerji tüketerek gayri safi hasılasını artırmaya devam ettiğini görüyoruz. Türkiye fazla mı enerji tüketiyor?
Türkiye’nin ikincil enerji arzının neredeyse üçte biri sanayi sektörlerinde tüketiliyor. Bunun içerisinde demir çelik, çimento, gıda gibi katma değeri düşük ve yüksek enerji tüketen sektörler var. Avrupa bu sanayilerin çoğunu tasfiye etti, bir kısmını Türkiye’ye, Asya ülkelerine gönderdi. Dolayısıyla Avrupa’da oluşan birim hâsıla için tüketilen enerji miktarı Türkiye’ye göre daha düşük.
Her şeyden önce, aşırı enerji tüketiminin “net sıfır emisyon” hedefinin önündeki en büyük engellerden biri olacağı açık. Verimlilik, tasarruf ya da geri dönüşümün değil de savurganlığın yüceltildiği bir yapıda söz konusu hedefe ulaşılabileceğini zannetmiyorum. Diğer taraftan, demir-çelik ya da çimento gibi enerji yoğunluğu yüksek sektörlerin ağırlıklı olduğu mevcut sanayi yapısının da kökünden değiştirilmesi; inovasyonun, bilgi ve yüksek teknolojinin öne çıktığı katma değeri yüksek ve düşük enerji yoğunluklu bir kalkınma modeline geçilmesinin gerektiği de açıktır.
-Emisyon azaltımına geldiğimizde bizim herhalde petrolü ve gazı da konuşmamız lazım. Birinci enerji arzında petrolün payı oldukça yüksek. Gazın da aynı. Biz ithal enerji deyince gazı, petrolü ve ithal kömürü pek konuşmuyoruz.
2022 yılında Türkiye enerji tüketiminin yüzde 30’u petrol, yüzde 26’sı doğal gaz, yüzde 15’i ithal kömür ve yüzde 10’u yerli kömürdür. Petrol ve doğalgazın karbondioksit emisyonları kömüre göre daha düşüktür; bu doğru. Ancak toplam tüketim miktarlarına baktığımızda bu ikisinin emisyonlara katkısının yerli kömüre göre çok daha fazla olduğu görülebilir.
-Özelleştirmelerle, çok eski santrallerin bile yeniden ek sürelerle çalıştırılması gündeme geldi. Bir de Hunutlu gibi yeni devreye girmiş santraller var. Türkiye ne kadar daha bu santralleri çalıştırabilir?
Kömür santrallerin teorik ömrü 30 yıl olarak düşünülür ama aslında yenileme yatırımlarıyla bu süre çok daha fazla uzatılabilir. Türkiye’deki ithal kömür santrallerinin ortalama yaşı yerli kömür santrallerine göre çok daha gençtir; toplam kapasitenin neredeyse yüzde 70’i 10 yaş ve altındadır. Dolayısıyla, bu santrallerin daha uzun yıllar çalıştırılacağını öngörebiliriz. Ancak, yerli kömür santrallerinin neredeyse yarısı 30 yaş üzerindedir. Ayrıca, ithal kömür santralleri için kömür tedarikinin sona ermesi söz konusu değilken, bir kısım yerli kömür santrallerini besleyen kömür rezervleri ise tükenme noktasına doğru gelmektedir.
-Hangileri mesela?
İlk aklıma gelenler, Sivas-Kangal ve Bolu-Göynük santralleri. 10 yıl sonra pek çok yerli kömür santrali kömür tedarik sorunuyla karşı karşıya kalacaktır. Bu santrallere başka bir sahadan taşıma yoluyla kömür getirilebilir ama bu durumda maliyetleri çok fazla artar.
Son dönemde kömürden çıkış planlamaları sık gündeme gelmekte. Örneğin, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından hazırlanan Ulusal Enerji Planı’nda, 2053 net sıfır emisyon hedefine ulaşabilmemiz için önümüzdeki 30 yılda kömürden tamamen çıkmamız gerektiği ifade edilmişti. Buna göre; kömürün toplam enerji tüketiminde bugün yüzde 26 olan payı önce 2035 yılına kadar yüzde 21’e çekiliyor, ardından 2053’de yüzde 3,6’ya kadar düşürülüp, kömür enerji gündemimizden çıkarılıyor. Tabii bu sadece bir plan.
Kömürden çıkış uzun zamandır Avrupa’nın da gündeminde. Örneğin Belçika ilk çıkanlardan biri oldu. Ama son yaşanan enerji kriziyle birlikte kömür santrallerini yeniden açma kararı aldı.
-Hiçbir ülke bu tarihleri değiştirmekten bahsetmedi ama. Geçici, bir iki yıllık önlemler alıyorlar gibi. Siz, yeniden kömüre dönüş görüyor musunuz?
Doğrusu, Avrupa’da kömüre toptan bir dönüş olacağını zannetmiyorum. Bunun da çevre hassasiyetlerinden değil, kömür rezervlerini büyük ölçüde bitirmiş olmalarından kaynaklandığını düşünüyorum. Kömüre yeniden geri dönmemelerinin nedeni, ellerinde dişe dokunur kömür rezervlerinin kalmamış olması.
Avrupa’da kömür tüketimi keskin bir şekilde düştü. ABD’nin kömür üretimi son on yılda bir milyar tondan beş yüz milyon tonun altına geriledi. Ama dikkat edelim, aslında buralarda toplam enerji tüketimlerinde de önemli bir artış eğilimi yok. Eğer enerji tüketimleri Hindistan ya da Türkiye’deki düzeyde artsaydı ve yeterli kömür rezervleri olsaydı, yine de kömürden çıkış planlarını yaparlar mıydı? Zannetmiyorum.
-Bir buçuk ve iki derece hedefi var biliyorsunuz. Umutlu musunuz bu konuda? Enerji dönüşümü olduğunu söylüyorsunuz ama bu dönüşümün zamanında olup olmayacağı konusunda kaygılarınız var sanırım.
Dünya kömür üretimi 2022 yılında bir önceki yıla göre yüzde sekiz oranında arttı. Böylelikle, tüm zamanların en yüksek üretim ve tüketim düzeylerine ulaşıldı. Dünya enerji tüketiminde kömürün payı bu yüzyılın başıyla kıyasladığımızda daha yüksektir. Aynı sürede fosil yakıtların toplam içindeki payı sadece 4 puan geriledi ve hala yüzde 80’in üzerinde.
Evet, doğrudur; fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjilere doğru bir dönüşüm var. Ancak söz konusu dönüşümün beklendiği ölçüde hızlı olduğunu söyleyemiyoruz.
Doğrusunu isterseniz, Avrupa ya da ABD’de fosil yakıt tüketimi düşüyor ama özellikle Asya-Pasifik tarafında böyle değil. Asya-Pasifik ülkelerinde kişi başına elektrik tüketimleri halen düşük ve elektrifikasyon ihtiyacı önümüzdeki yıllarda kömüre olan talebin en önemli kaynaklarından biri olmaya devam edecek. Bu ülkeler için kömürden vazgeçmenin aynı zamanda enerji güvenliğinden ve giderek milli güvenlikten vazgeçmekle eşdeğer olduğu, kömürün hâlâ yoksulluktan kurtuluş ya da toplumsal refah anlamına geldiği unutulmamalı. Bu ülkeler için kömürden çıkış süreçleri, aynı zamanda ciddi ekonomik ve toplumsal sorunlarla karşılaşmak demek.
Dünya, bugün yirmi yıl öncesine göre yüzde 65 daha fazla kömür tüketmekte; kömürden üretilen elektrik ise yüzde 70 daha fazla. Dünyada elektriğe erişimi olmayan hâlâ milyonlarca insan bulunuyor. Bu insanların önemli bir bölümü için kısa sürede ve doğrudan yeni ve daha temiz enerjilere geçebilmek çok da mümkün görünmüyor.
Dr. Nejat Tamzok kimdir?
1985 yılından bu yana Türkiye Kömür İşletmeleri Kurumu’nda çalışan Dr. Nejat Tamzok, Planlama Müdürlüğü ve Stratejik Planlama Koordinatörlüğü görevlerini yürütmüştür. Lisans ve yüksek lisans derecelerini Orta Doğu Teknik Üniversitesi Maden Mühendisliği Bölümü’nden, doktora derecesini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden almıştır. Aynı zamanda, Anadolu Üniversitesi Tarih Bölümü mezunudur.
Dr. Nejat Tamzok, 2016-2023 yılları arasında TMMOB Maden Mühendisleri Odası hakemli yayını olan Bilimsel Madencilik Dergisi’nin baş editörlüğü görevini de üstlenmiştir. Halen Enerji Günlüğü isimli haber sitesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. TMMOB Maden Mühendisleri Odası, Dünya Madencilik Kongresi Türk Milli Komitesi, Dünya Enerji Konseyi Türk Milli Komitesi ve ODTÜ Mezunları Derneği üyesidir.